Darbelerle Yüzleşmeden Normalleşmek Mümkün Değil

Darbelerle Yüzleşmeden Normalleşmek Mümkün Değil

Az gelişmiş ülkelerin kaderi haline gelen darbeler ne yazık ki ülkemizde de çok sık rastladığımız ve kanıksadığımız olaylar haline geldi.
    
27 Mayıslar, 12 Martlar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar fiili devleti ele geçirme operasyonlarıydı ve tarihe darbe olarak kaydedildi. Ayrıca teşebbüs aşamasında kalan ya da devlet eliyle önlenen darbeler ve girişimleri de eklersek neredeyse her on yıla bir darbe sığdırmış bir ülkeyiz.
    
Burada sorulması gereken soru; devletin istihbarat birimleri, silahlı kuvvetler, güvenlik güçleri, bu kadar çok darbe ya da girişimden nasıl bir ders ve buna bağlı ne tür önlemler aldı?
    
Toplumda en çok iz bırakan ve yıllarca bize her yıl bayram olarak kutlatılan 27 Mayısla ilgili gerçek anlamda bir yüzleşme yapılsa ve gerekli anayasal düzenlemeler gerçekleşseydi daha sonraki darbeler yapılabilir miydi?
    
Dün ülkenin dört bir yanında anma törenleri yapılan 15 Temmuza gelinen yolda, hangi hatalar yapıldı, bu noktaya nasıl gelindi? Sorularına cevap bulmadan, hele de bu darbeyi planlayanların siyasi ayağı ortaya çıkarılmadan, Türkiye’nin normalleşmesi, demokrasinin tüm kurul ve kurallarıyla işlemesi hiç mümkün değildir.
    
Mevcut iktidar; demokratikleşme, çözüm süreci, yeni anayasa söylemleriyle toplumda geniş bir konsensüs sağlayarak yola çıkmış, toplumda bir heyecan yaratmıştı.
    
Ardından 12 Eylülün sorumlularının yargı önüne çıkarılmasıyla, askeri ve bürokratik vesayetin sona erdiği, darbeler döneminin geri gelmeyecek şekilde bittiği topluma kabul ettirilmeye çalışılmıştı. Bu anlamda, salt 12 eylülle hesaplaşma, Kenan Evren ve diğer sorumluların yargılanacak olması nedeniyle büyük ölçüde destek de görmüştü.
    
Darbecilerin yargılanması elbette olumlu bir aşamaydı ama bunun sınırlı ve sembolik kalması, beklenen sonuçları vermedi. Daha doğrusu darbe yanlılarının, cuntacıların hevesini kırmaya yeterli olmadı ki, ardından devlet içinde yeni paralel yapılar oluştu.
    
Oluşan bu kirli örgütler ne yazık ki, devlet içerisinden çok önemli destek gördüler.
    
Adına ne derseniz deyin, hala askeri ve sivil vesayet tam olarak kırılmadığı gibi darbeci zihniyet hayatın her alanında kendini gösteriyor.
    
Son yapılan yerel seçimlerde sağlanan başarı ve kitlelerde oluşan özgüven öncesi hala çözümü demokrasi dışı güçlerde arayanların büyük bölümü muhalefet kanadındandı.
    
15 Temmuzda darbe yapmaya kalkanların ulusalcı kesim olduğunu sanıp kutlama yapanları henüz unutmadık. Her fırsatta “bu iktidar sandıkla gitmez, ordu gelsin bizi kurtarsın” ya da “şu AKP bölünse de iktidardan düşse” diyenleri de dün gibi hatırlıyoruz.
    
FETÖ yapılanması ve hain girişimler öncesi kamuoyunu uzun süre meşgul eden ve bir toplumsal travmaya dönüşen Ergenekon, Balyoz gibi davalarda yaşanan hukuk dışı uygulamalar, mağduriyetler bu nedenlerle ortadan kalkmış görünse de, şimdi kahraman ilan edilenlerin bir kısmının öyle çok masum olduklarından ben hala kuşkuluyum.
    
Fetöcüler tarafından mağdur edildiği söylenen üst düzey subaylar 12 Eylül darbesi sırasında da görevdeydiler. Belki de bizlere işkence yapan ya da emri verenlerin arasındaydılar.
    
Amacım kimseyi suçlamak ya da şeytanın avukatlığını yapmak değil elbet.
    
Ancak şu bir gerçek ki, 12 Eylülün tüm perde arkası ve gerçek sorumluları ortaya çıkmadığı için orduda, emniyette ve yargıda zaafiyetler oluştu ve bu boşluktan yararlananlar çok rahat örgütlenip 15 Temmuzu gerçekleştirdiler.
    
Şimdi de 15 temmuzun perde arkasını tüm yönleriyle ortaya çıkarmadan, medya ve siyaset ayağını deşifre etmeden, gerçek darbecileri yargı önüne çıkarmadan, darbeler dönemi sona ermiş diyemeyiz.
    
Özellikle de; ekonomide sıkıntıların yaşandığı, açlık, yokluk ve yoksulluğun, işsizliğin her geçen gün arttığı bizim gibi ülkelerde, her zaman potansiyel darbeciler olacaktır.
    
Aksi halde şekil ve söylem üzerinden tartışmalar, anlamsız polemiklerle kamuoyunun dikkatini dağıtan darbeci zihniyetler, fırsatını buldukları her an aynı hedefe yürüyeceklerdir.
    
Bu yüzdendir ki, darbe midir,  tiyatro mudur, kontrollü müdür, değil midir türünden gereksiz tartışmaların hiçbir anlamı ve değeri yoktur.
    
Önemli olan hangi devlet yönetimi olursa olsun, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmadan, halk egemenliğini pekiştirecek yeni bir anayasa yapılmadan ülkemizin normalleşemeyeceği gerçeğini görebilmektir.
    
Hala hukuk dışı uygulamalar devam ediyor, 6 milyon oy almış, meclisin üçüncü büyük partisinin eş başkanları cezaevinde tutuluyor, iktidara muhalif herkes Fetö cülük tehdidi altında tutuluyor ve çevremizde, bölgemizde bir savaş hali sürüyorsa; darbeler dönemi bitti diyemezsiniz.
    
Hainler bulanık havayı sever!
    
Ülkemizin üzerindeki kara bulutların dağılması için de, mutlaka geçmişimizle yüzleşmek, sorumlulardan hesap sormak, gerçek bir demokrasinin oluşabileceği ortam ve koşulları hazırlamak zorundayız.
    
Daha da özü, darbecilerden çok, darbeci zihniyetlerden kurtulmalıyız.